Biri karanlıkta çıplak, diğeri gece
yarısında yorgun… Bir başkasının babasının babası
benzerdi oğlunun oğluna. Kırardı testiyi, sonra ağlardı.
Değirmenci öğüttükçe zamanı, buğday un, un da ekmek olurdu.
Rüzgâr kuş sesi gibi pencere aralığındaydı.
Seçilmiş renklere rağmen her şey simsiyahtı… fark edilmiyordu
ilkbaharlar.
Kedi gözleri sürüklenip gidiyordu Paris sokaklarından. Uzaklarda
merdivenler yukarı çıkarıyordu ak saçlıları… Yakınlarda
merdivenler derinliğine indiriyordu yırtılmış yamaçları. Soğukluktan
yüzleri eskimişti insanların… Onlar önceden biliyorlardı « gölgelerin
utanmadıklarını... »
Yarın yine aydınlıklar yüreklerinden vurulacaklardı! Çığlıklar
kaplayacaktı ortalığı… Gülleri fark ettirmeyecekti acılar…
Pencere önlerini saracaktı korku duvarları... Oldukça zor açılacaktı
kapılar …
Paylaşılmayan pırıl pırıl gökyüzü, denizleri okşayan martılar
yırtılmış resimlerle düşecekti ayakaltlarına.
Biri karanlıkta çıplak, diğeri gece yarısında yorgun… Bir başkasının
babasının babası, benzerdi oğlunun oğluna. Kırardı testiyi, sonra
ağlardı.
Değirmenci öğüttükçe zamanı, buğday un, un da ekmek olurdu.
Rüzgâr kuş sesi gibi pencere aralığındaydı.
Seçilmiş renklere rağmen her şey simsiyahtı… fark edilmiyordu
ilkbaharlar.
Yarın yine aydınlıklar yüreklerinden vurulacaklardı! Çığlıklar
kaplayacaktı ortalığı… Gülleri fark ettirmeyecekti acılar… |