Ayşe ortaokul ikinci sınıfa kadar başarılı
bir şekilde okudu. Gelirlerinin az olması sebebiyle babası onu okula
daha fazla gönderemedi. İki yıl sonra, komşularının Fransa’da çalışan
küçük oğlu Recep efendinin, kızlarıyla evlenme isteğini de bir şans
kapısı diyerek geri çevirmediler. Sade bir düğün yapıldı. Ve
Sirkeci’den kalkan bir trenle 1980 yılının Aralık ayında Ayşe
gurbet yollarına düştü. Recep efendiyle karısı arasında on yaş
fark vardı. Önceleri çok güçlük çekmesine rağmen gurbetin acımasızlığı
ile, kocasının anlayışsızlığı Ayşe’ye epey tecrübeler kazandırdı.
Aklı ve anlayışıyla bütün zorluklara karşı dirençli olabileceğini
her haliyle gösteriyordu. Evliliklerinin beşinci yılında bir erkek
çocukları dünyaya geldi. Ayşe hamile kalıncaya kadar da kocasının
suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı... “Hatta sen kısırsın
... seni boşayacağım” tehditleriyle Ayşe’ye söylemediği söz
kalmadı. Ama sonraları doktorlar, tedavi gören her ikisinden kusuru,
Ayşe’de değil onda bulmuşlardı. Patronundan gördüğü baskılarla
beraber ağır işlerde çalıştırılması Recep efendinin sinirlerini
iyice gerginleştirmişti. Baskılar sadece iş yerlerinde kalmıyor,
evlere ve aile hayatına kadar yansıyordu... Kocasının stresten
uyuyamadığı gecelerde, Ayşe de uykusuz kalıyordu... Yabancı olmak
ve bu şekilde para kazanmak gurbette kolay değildi... Dışarıdan hoş
görünen bir çok şey gibi gurbet hayatı “alamancılar” süslemesi
içinde gerçeği yansıtmıyordu? Ayşe bunları düşünürken yarınlara
taşınacak acı hatıraları da kalbinden asla çıkaramıyordu. Dört
yaşındaki çocuklarının koltuğun üzerinde uyuduğu bir sırada,
havanın soğuk olmasını da düşünen Recep efendi : “Hanım... çocuk
uyurken mağazaya gidip gelelim...”dedi...Ayşe bir an için tereddüt
ederek kendi kendine mırıldandı “Hadi çocuğa bir şey
olursa?...Durup dururken gene kocamı kızdırmayayım...Gurbet hayatı
zaten sabrını tüketti..Her halde çabuk gider geliriz...Dışarıda
hava da çok soğuk...” Recep efendi karısının kendi kendine söylendiğini
fark edince : - Bir şey mi dedin? - Yooo...Kendi kendime mırıldandım...Hava
da çok soğuk...Hiç olmazsa çocuğumuz üşümez... - Ben de aynı şeyleri
düşünmüştüm... Evleri Paris bölgesinde bulunan Argenteuil’de
idi...Çok konforlu da sayılmazdı...Gidecekleri Carrrefour Mağazası
ise arabayla on dakikalık mesafedeydi... Aceleyle evlerinden çıktılar.
Alışveriş süresi yaklaşık iki saat sürdü... Yol bir trafik kazasıyla
iyice kapanmıştı. Ayşe’nin içinde bir sıkıntı vardı...Zaman
zaman bu boğazında adeta düğümleniyor, nefesi kesiliyordu... Kocasını
da endişelendirmemek için oradan buradan konuşarak zaman kazanmaya çalışıyordu...Biraz
ilerideki kaza yerine giden ambulans sirenleri, polis araçları da
onlara iyi etki bırakmıyordu... Nihayet yol açıldı... Her ikisi de
derin nefes aldılar. Ve kazasız belasız evlerinin önüne
geldiler.Arabalarından inerken Recep efendi karısına : - Sen hemen
yukarı koş...Belki çocuk uyanmıştır... Ayşe evin anahtarlarını
kocasından almayı unuttuğunu, fark edince geri döndü; “Hay
aksilik... anahtarları almayı unuttum...” diyerek kendisine doğru
gelmekte olan kocasından onları aldı ve tekrar üçüncü kata çıktı...Kapıyı
açtığı zaman küçük Ali’nin elinde büyük bir bıçak vardı...Salonda
bulunan yeni alınmış deri koltukları bu bıçakla kullanılamayacak
hale getirmişti...Recep efendi içeriye girdiğinde çılgına döndü..
İri elleriyle küçük Ali’yi dövmekle kalmadı... Onun ellerini
sert bir iple bağlayarak banyo küvetinin içine attı...Ve dışından
kapıyı kilitledi, “Şimdi koltukları parçala bakayım gücün
yeterse...” diye bağırdı...Sert ve kendi kendini kontrolden çıkmış
kocasının bağrışmaları karşısında Ayşe için için ağlayarak
titriyordu,... “Koltuğu her zaman alabiliriz ama çocuğuma, biricik
evlâdıma bir şey olursa...Ben ne yaparım o zaman?” diyordu içinden,
ağlarken... babasının iri elleri altında ve gürlemeleri karşısında
yardım bekleyen, annesine beni kurtar dercesine küçük Ali’nin bakışları,
unutulacak gibi değildi...Ayşe bütün hayatını etkileyecek bu anı
asla unutamayacaktı... Aradan üç saat geçmişti...Kapılarının önünden
sesler geliyordu. Sonra kapılarının zili çalındı. Komşuları
Dursun bey ve Hilal hanım küçük çocukları Ferhat ile ziyaretlerine
gelmişlerdi. - Recep efendi misafir kabul eder misiniz? Ayşe çok
sevindi.. Zihninden “çocuğum şimdi kurtulacak...” diyordu... Ve yürekten
: - Buyurun...buyurun ! dedi. Komşularının altı yaşlarındaki çocukları
Ferhat annesine sessizce : - Anne... Ben Ali ile oynamak istiyorum... -
Sahi Ali nerede bizim çocuk, onunla oynamak istiyor... Recep efendi ve
Ayşe önce birbirlerine bakıştılar... Sonra Ayşe dayanamadı : -
Biz çocuğumuzu, uyurken evde bırakarak Carrefour’a gitmiştik...
Orada iken uyanmış... Bizi bulamayınca mutfaktan büyük bir bıçak
alarak rast gele üzerinizdeki oturduğunuz yeni deri koltukları parçalamış...
Kocam her gördüğünde sinirlenmesin diye ben biraz evvel, üzerlerine
battaniye örttüm... - Hilal Hanım: - Sonra ne oldu? - Bey’im çok
sinirlendi... Ayşe gözyaşlarını tutamayarak... - Önce iyice dövdü...
sonra... ..... - Sonra ellerini bağlayarak banyo küvetinin içine attı.
Dursun Bey: - Ne zaman oldu? Recep efendi : - İki üç saat oldu...
Hilal Hanım : - Yani üç saattir küçük Ali, banyoda demek...Sizde
hiç insaf yok mu? Hilal hanım ve Dursun Bey yerlerinden fırlayarak
banyoya koştular. Hilal Hanım : - Bir de üstelik küçük, minicik
yavrunun üzerine kapıyı kilitlemişsiniz... Bu olacak iş değil...
Yazıklar olsun size... Hilal hanım, Recep efendiye dönerek... - Sonra
hanımına baskı yapa yapa bu duruma düşürdün...Çocuğunun bu hali
karşısında korkudan hissiz kalacak kadar...Sen ne biçim adamsın
be!... Dursun Bey hanımına eliyle dokunarak sessizce : - Fazla ileri
gittin... Ağır konuşma... Zaten adamların başı dertte... Banyo kapısı
açıldığın da küçük Recep banyo küveti içerisinde uyuyordu. Ayşe
fırladı ve çocuğunu bağrına bastı... Elleri mosmor olmuştu...
Uyanan Ali’nin ellerini misafirleriyle çözdüler... Ama morluk
dakikalar geçmesine rağmen kaybolmamıştı... Dursun Bey : - Çocuğu
acele hastaneye götürmemiz lazım... Kangren olabilir... Ayşe ve
Recep efendi komşularının bu sözleri karşısında donup kalmışlardı.
Hepsi iki araçla hastaneye gittiler. Acil serviste bütün müdahalelere
rağmen, küçük Ali’nin iki eli birden kesilmişti. Hastane çalışanları
dahi olay karşısında gözyaşlarını tutamamışlardı. Küçük
Ali, artık bundan sonra oyuncaklarını iki eliyle tutarak
oynayamayacaktı...Annesinin ve babasının ellerinden tutamayacaktı...Çok
sevdiği Afyon’daki dedesine resim yapıp gönderemeyecekti... Asker
dahi olamayacak...Mektup dahi yazamayacaktı... Ve en önemlisi
koltukları bir daha parçalayamayacaktı... Ya annesi ve babası küçük
Ali’nin yeni dünyasında eskisi gibi olabilecekler miydi? Babası bir
daha bağlıyacak bir el bulamayacak... Onun elleriyle verilecek bir
bardak sudan dahi her ikisi mahrum kalacaklardı... Aradan üç gün geçmişti.
Küçük Ali, akşam üstü yavaş yavaş babasına yaklaştı. Babası
başını kaldırarak, oğlunun, hüzünlü haliyle bir şeyler söylemek
istediğini fark etti. - Babacığım bundan sonra yaramazlık yapmayacağım.
Size söz veriyorum.Bir daha bıçaklara da dokunmayacağım. Uyuduğum
zaman, siz evde olmazsanız bile yatağımdan aşağıya inmeyeceğim...Ne
olur babacığım doktor amcalara söyle de benim ellerimi geri taksınlar...Ne
olur babacığım bana ellerimi geri versinler!... Recep efendi, bu sözler
karşısında dayanamadı...Çocuğuna iyice sarıldı...Kokladı... Bu
son olacak diyordu...Bir naylon torba içerisine bir şeyler koydu...Hanımına
baktı...Küçük Ali babasının arkasında idi... Bir ara göz göze
geldiler...Sonra kapıyı dışarıdan kapayarak aşağıya indi. Arabasıyla
evin önünden uzaklaştı. Ayşe ve küçük Recep pencereden onun gidişini
gözlediler... Evlerinin önündeki ışıksız caddede gözden
kayboluncaya kadar... Hanımına “Allahaısmarladık ...” bile
dememişti. Uzun süre kocasından haber alamayan Ayşe, gece yarısı
Emniyet Müdürlüğü’ne gitti. Evden çıktıktan sonra bir daha eve
dönmediğini bildirerek, kocasının bulunmasını istedi... Eve
geldikleri zaman Ayşe kocasının koltuk üzerine bıraktığı gömleğini
kokladı. Kendi kendine: “ Recep... her şeye rağmen ben seni
seviyorum... Seni bu hale getirenler utansın...” dedi. Annesinin ağladığını
gören küçük Ali : “- Anneciğim babam bir daha eve dönmeyecek mi?
Yoksa benim ellerimi istemek için doktor amcaların yanlarına mı
gitti? Ne olursun anneciğim babama söyle de doktor amcalar ellerimi
geri taksınlar... Ben oyuncaklarımla oynayamıyorum.” Ayşe çocuğunun
bu sözleri karşısında gözyaşlarını tutamadı. Kucağındaki
yavrusuyla koltuk üzerinde uyuyakalmıştı. Ertesi günü, sabahleyin
iki polis memuru evlerine geldi. Kocasının bir ağaca bağladığı
iple, kendisini asarak intihar ettiğini, kimlik kartını da üzerinde
bulduklarını kaydettiler... Ellerini kaybeden çocuğu için gözyaşı
döken bir ananın henüz gurbetteki çilesi bitmemişti... Gözyaşları
kurumadan karşılaştığı diğer bir olay, onu başka bir dünyada
yapayalnız bırakmıştı... Kocasının işyerinde gördüğü baskıların
izleri üzerinde hayatını küçük Ali’yle sürdürecekti... Yüreğine
çivilenmiş acılara rağmen. |