Vaktiyle Kalenderiye yoluna mensup bir
derviş, nefisle mücâhede makamının sonuna gelir. Meşrebin usûlünce bundan
sonraki makam Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten
arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten
ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç,
sakal, bıyık, kaş... ne varsa hepsinden. Derviş, usûle uygun hareket eder,
soluğu berberde alır.
-Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip
etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa
usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer
içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmamış kısmına okkalı
bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer. Dervişlik
bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses
çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses
çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah
kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: "Kabak
aşağı, kabak yukarı..."
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre
gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine
gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın
ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oraya yığılıp kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise
şaşkın... Bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayr-i ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim; ama!.. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki,
kabağın bir Sâhibi var. O'nun gayretine dokunmuş olmalı!.. |