Tarihten bahsetmiyorum. Gelecekten
bahsediyorum. Olması gerekenden... Bir gün dünya gerçeği arayış içine
girmeye başlayacak. Bir eksikliğin hissinden sonra. Araştırmaya başlayacak,
anlamaya da... Öteden beri kendi içini bitiren ve benlik savaşını
hep kaybeden Türkiye ise o anda ortaya çıkacak. Belki bu yıllardır
farklı yollardan ya da farklı kelimelerin hamallığında söyleniyordu.
Ama eminim ki, Türk insanı gerçek benliğini bulduğu ve kendini aşağılamayı
bıraktığı zaman hak ettiği yere gelecek. Biz neyiz? Aptal mı?
Yoksa cahil mi? Ya da yeteneksiz. Hayır. Biz sadece kaybolduk. Sadece
ne olmamız gerektiğini düşünüyoruz ve bir türlü bulamıyoruz. Hiç
bir zaman da bulamayacağız. Çünkü hiç bir şey bize gerçeğimiz
kadar yakın ve uyumlu olamaz. Her ne kadar biz onu görmek istemesek
de. Daha üretmek olgusunu, sağduyuyu anlamadıkça; gösterişi, şekilciliği,
kayırmayı, kendini düşünmeyi, ihmalciliği, kötü niyetliliği, sürekli
geçmişle yatıp kalkmayı, yeri geldiğinde de onunla abartırcasına
övünmeyi, taklit etmeyi ve köle gibi aşağılanmış eteklerde huzur
aramayı bitirmedikçe biz bekleyeceğiz. Çalışıyoruz. Ama ne için?
Boşa giden ümitler için. Kolay paralar ve terlememiş emekler üzerinde
bir ülke, sıkılmamış ve yorulmamış beyinler üstünde bir
emelimiz, koşmamış ve kasılmamış bir coşku ardında tembel bir
miskin. Durum bu kadar vahim mi? Peki neden böyle olduk? Ya da biz
belki de hep böyleydik de bize yalan söylediler. Güzel ve ihtişamlı
bir tarih yazdılar ve okuttular. Belki buna inanmak daha mantıklı.
Peki ne yapmalıyız? Başlamalıyız. Anlamalıyız aciz olmadığımızı.
Kaçmak ya da kolaya uymak değil yapacağımız. Ya da üzülmek değil
bakıp da sıkıcı manzaraya. Ve en sonu; kopyalamak değil doğru düzgün
çalışmayan fotokopi makinesiyle. İstemek ve tasarlamak, düşünmek
yeniden, özgürlüğe itmek beyinleri ve sınırlamak en tatlı
yerinde. Şimdi kalkıp bilgisayarın başından şöyle bir kendine
bakmak ve ben türküm deyip gözlerini kapamak azimli bir açışa
kadar...... |