Bazen şuna dikkat ederim; hayat farklılıklarla
dolu. Yaşam bizi sadece kendi arzularını tatmin etmek için besliyor.
Sevgileri ve arzuları kendine göre algılıyor ve kararı kendisi
veriyor. Bize de arada bir ayrıntılarda mutluluk sahası veriyor.
Bizde buraya o eskimez klasik gecekondumuzu konduruyoruz. Ama her zaman
olduğu gibi diğer bir acı onu yıkıyor. Ne kadar bağırsak, çağırsak
fayda etmiyor. Çünkü hayatın esirliği bizim sesimizi kısıyor. Ağlayamıyoruz
ve kendimizi hissedemiyoruz. Gerçeği görüp geçen ve boş şeylerin
arkasından bakıp üzülen enderlikleri hapseden ruhumuz bizi eline alıp
hayat oyununda rolümüzü okuyor. Yanlış yaptığımız zamanda
elimizde barizleşen küçük umutlarımıza da el koyuyor. Acılar;
hayatımızın vazgeçilmez yolları ve garip dostları. Bazen aynı şeyleri
niçin farklı algıladığımızı sorarız. Çünkü biz farklı acılara
sahibiz. Çünkü biz farklı yıkıntılarda yaşıyoruz. Hani o istek
hani o arzu. Bize söz verenler nerede? Nerede umutlarımızın gerçek
yüzleri. Ve nerede hiç görmediğimiz benliğimiz. Bağırıyorum
sesim çıkmıyor. Ağlıyorum yaş gelmiyor. Peki hangisi? Hangisi
benim? Yalan olup bazen mutlu olan mı? Yoksa gerçek olup hiç göremediğim
mi? Her şeyden uzak ben varım, acı var. O bana gelecek ben ise her
zaman ki misafirperverliğimle onu karşılayacağım. O yüzsüzlük de
yapsa ben yine ona sahip çıkacağım. Ne zaman kendime gelirim işte o
zaman o geri gelir. Bana selamını verir ve her zamanki çalışkanlığıyla
işine başlar. Ben ise sessizliği sarmış bir çocuk gibi onu
izlerim. Kızmasından korkarım, dövmesinden. Dikkatini dağıtmak
istemem. Arkadaşlarını getirmesinden korkarım çünkü...
O beni hiçbir zaman bırakmayacak. Çünkü o benim sayemde yaşıyor.
Ben ise onla ölüyorum... |